Çorum’da sis var. Bir adım ötesini göstermeyen bu siste, penceremin önünde oturuyorum. Elimde fotoğraf albümüm var.
Üniversite sınavlarına hazırlandığım senenin kışında
evlendirilmişti Alev. Kuzenimin eşi olarak Almanya’ya götürülmek üzere ananeme
emanet edilmişti. O zamanlarda ananem yaşıyordu, vize işleri tamamlana dek birkaç
ay köyde kalacaktı Alev. Zaten köyün kızıydı Alev ama tarlada, tabakta o kadar
çok çalıştırılırdı ki yüzünü göremezdik. Annesinin en küçüğüymüş, ele avuca
sığmaz enerjisini, köy halkı ” Laz” lığına bağlasa da , annesi onu “ateş
parçam, alevim” diye severmiş. Nüfusta adı Hüsniye’ymiş ama herkes onu annesinin koyduğu isim ile
bilirdi. Yaşmağını kulak ardından tepesine bağlar, saçlarının kumrallığını, boyunu
postunu, gözlerinin durgun su yeşilliğini, kocaman gamzesi ile gülüşünü
görenlerin “ çok güzel” diyesi gelirdi. Almanya’da ev bark sahibi olmuş hali
vakti pek yerinde yengem oğluna kız arıyordu, oğlu henüz yirmisine gelmemişken
bir an önce başını bağlamak istiyordu. Aradığı
gelin adayına söz geçirtmek istiyordu, evlenme çağında ki köydeki tüm kızları önce kafasında tarttı , eledi,
evlerine gidip sınadı. Köydeki kızlar tarlada tabakta çalışmaktan, köyden bıkmışlardı,
tek hayalleri Almanya’ydı. Yengem gözüne, annesi yeni ölmüş Alev’i kestirdi, tek çekincesi “ Laz” lığıydı, ya bildiğini
okursa ya söze gelmezse… Kimi kimsesi olmayışı ağır
bastı, yengem, Alev’i kendine gelin aldı, oğlu hiç ses çıkarmadı.
Üniversite de hangi bölümü okuyayım diye bunalımlardayım,
babam gibi iktisatçı mı olsam, avukat mı olsam,
şu mu, bu mu…çok bunalmışım, ilk kez kışın köye gönderiliyorum, biraz
kafamı dinleyeyim, belki aklım başıma gelir… Yarıyıl tatilini ananem dedem ve Alev ile geçirecektim.
Köyde dizlere kadar kar var, evden
dışarı adım atılmıyor, hayattaki ocak başında kara kara düşünüyorum neyi
seçmeliyim, bütün hayatım değişecek Allah’ım ne büyük karar arifesindeyim! Aynı yaşta olduğumuz Alev yerinde hiç
durmuyor,yer sofrası kuruyor, sofra kaldırıyor, süpürüyor, siliyor, odun
kırıyor, ekmek yoğuruyor, süt sağıyor, yoğurt mayalıyor, hep gülüyor, kocaman
gamzesi hiç kaybolmuyor. Boş kaldığında
kayınvalidesinin hediyesi bavulu açıp içindekilere bakıyor sık sık; ipek başörtüler,başörtünün içine takacağı
boneler, pardösüler, uzun etekli takımlar, çizme, ayakkabı, çanta…En çok
gelinliğine bakıyor, her gün hiç yorulmamış gibi gizli gizli gelinliğini
giyiyor. Her boş kaldığında karne hediyesi fotoğraf makinem ile gelinlikli
fotoğrafını çekmemi istiyor. Bir koşu gelinliği kafasından geçirip, saçlarını
dağıtıp gülümsüyor. Filmlerimi bitirecek, poz üstüne poz hiç usanmıyor. Dayanamıyorum.” Hiç sıkıntın
yok mu kızım senin” diyorum. Gelinlikler içinde iken gamzesi kayboluyor, “ seni seviyorum demedi” diyor. Kahkahayı
basıyorum, annesinin yanında utanmıştır, söyleyememiştir diyorum. Akşamları Almanya’dan telefon geliyor, soluk
soluğa telefona koşuyor; telefonda hep kayınvalidesi ile konuşuyor, konuşurken
başı önünde, emirler alıyor. Ananem, torununun karısını emanet gözü ile
koruyor, eksik çeyizlerini tamamlıyor, hayattaki ocak başında Alev’e çorap örüyor, Alev bu yaşlı kadını annesi yerine koyuyor, annesi gibi seviyor...
Yarıyıl tatili bitip evime dönerken, Alev, benden söz alıyor, hiç kimseye göstermeyecektim gelinlikli fotoğraflarını.
Alev Almanyasına kavuştu, kayınvalidesinin sözünden hiç çıkmadığını, elli ayaklı
dört dörtlük gelin olduğunu uzaktan beri duymaya başladık. Yıllar geçtikçe yengemin ailesinin çok zenginleştiğini parayı nereye koyacaklarını bilemediklerini, yimpaşa
milyon eurolar kaptırdıklarını parayı geri alamadıkları halde halleri vakitlerinin
yerinde olduğunu duyduk. Geçen yaz yıllar sonra Alev’i yine gördüm. Köye gelmiş, evin avlusuna en son
modelinden bemevisini sokmaya çalışıyor, dokuz yaşında ki oğlunu ön
koltuğa yanına oturtmuş. İki yakın akraba karşılaşması, yirmi yıldır hiç görüşülmemiş, konuşulmamış …Sanki
hiç ayrılmamış sahteliğinde, sıcacık bir sarılma ile hoşlaştık, aynı yaştaki
çocuklarımızı tanıştırdık. Köye on iki
kişilik yemek masası sipariş etmişti,
birlikte masanın koyulacağı yeri ayarladık, hayatta ocağın önünde hep yer
sofrasının kurduğu yere konulacaktı. Birlikte hayatı süpürdük, sildik. “ Yer
sofrası kurup kaldırma zahmetli iş” dedi, yüzüm kızardı, hiç ses çıkarmadan
temizliğe devam ettim. Ertesi gün on iki kişilik masa geldi, bütün hayatı kaplayan masa herkesin dilindeydi" sonradan görme, parayı nereye harcayacağını şaşırmış..." Çocuklarımız birbirlerine alıştı, arkadaş oldu. Alev oğlunu
öyle çok seviyor ki, bir tek oğluna baktığında kocaman gamzesi belli oluyordu.
Masada oturmuş Alman kurabiyeleri yerken Alev’i n gönlünü almak istiyorum, “
oğlun öyle güzel ki senin kopyan gibi, eşine hiç benzemiyor.” Alev’in yüzü soluyor, yıllar öncesinde genç
kızlığında ki o an daki gibi “ bir kere bile “ seni seviyorum” dediğini
duyamadım” diyor. Yıllar öncesinde yaptığım gibi kahkahayı patlatamadım. Karşımda artık saf küçük köylü kızı durmuyordu, her şeyi görmüş geçirmiş, zenginlik içinde
yüzen bir kadının kimsenin umursamadığı yüreğinin derinliklerinde sakladığı
fakirliğini görmüştüm. Çocuklarımıza baktık, top oynuyorlardı, Alev masadan kalktı oğluna sarıldı.
Geçen hafta Almanya’da
bir kaza olmuş, arabası ile yanlışlıkla ters yöne
giren bir Türk kadın hem kendini hem karşı taraftan gelen Alman bir kadını oracıkta öldürüvermiş. Alev’miş. Cenazesi Perşembe gecesi köye geldi. Sisden dolayı gidemediğim için köye telefon açtım, telefondaki akrabalar konuşuyorlardı, cenaze gelince nereye
koyacağımızı bilemedik, hayattaki yemek masasının üzerine koyduk rahmetlinin ne
boyu ne postu varmış on iki kişilik
masadan taştı, yüzü ne güzeldi, hiç böylesi güzel ölü yüzü görülmemiştir, kayınvalide kesenin ağzını öyle açtı ki
pideler, kavurmalar, dolmalar, hiç böylesi bol yiyecekli cenaze evi
görülmemiştir, her gelenin karnı doydu, mevtayı gömmeye götürmeden oğluna gösterelim dedik ama çocuk sanki tatile gelmiş gibi ,
annesinden umudu kesilmesi lazım dedik annesinin yüzünü göstermek için zorladık, çocuk
kaçtı, yatağa girdi yattı, rahmetlinin gövdesi üç gündür yollarda kaldı, bekletmek olmazdı,
ananenin yanına gömdük…..”
Elimde ki fotoğraf albümünü açıyorum, yaprakların arasına sakladığım fotoğrafları çıkarıyorum, gelinlikli Alev’ler,
kiminde saçlarını arkaya atmış kiminde iki yanına salmış , hayattaki ocağın
başında poz verirken gelinliğinin altından, ananemin ördüğü çorabı, kocaman gamzeleri görünmüş…